5 Aralık 2011 Pazartesi

01 - TASARIMCININ İŞİNE KARIŞMAYIN

Türk Tekstilinde bazı konularda gerçekçi olmak gerekir, bir alt yapıya bakalım... çok zayıf olduğu nedeniyle eksiklerimiz bir hayri fazla, bir iğleşme var ama bir çok konuda zayıfız ve (Tasarım ne ki kopyala yapıştır, - Programları öğrensem bende yaparım,) gibi sözlerle karşılaşıyoruz ama kabahat bizde değil kabahat altyapıda ve hepimiz zayıf kaldığımız için maalesef kendine ve  işine saygısı olmayan kişilerin dengesiz kelimelerine mağdur kalıyoruz, ama şunu şöylede düşüne biliriz, bu dengesizlikler insanı kamcılar, insan oğlu esasında tembeldir ve kamcılanması gerekir keşke bilgili ustalardan kamcılansak ama bu dengesizlik insanı daha da yaratıcı yapar çünkü hep arayış içindedir standartların dışına çıkıp yaratıcılığını genişletir yani bu ayarsızlık insanı farklı bir yönde okutur ve üretir yani bunun da bir faydası vardır zorlukla bir noktaya ulaşan sonunda daha iyi bir hayat meslek ustalık sahibi olur, yani her şeyi negatif bakmamak gerek, acıt sada hayat kamcı yararlıdır, iyi ustalık dileklerimle.

12 Kasım 2011 Cumartesi

06 - Biz her Şeyiz

Biz Onun onlar suren sonsuz zamanlarda, şaheseri üzerinde çalışan bir usta gibi An be An sevgisiyle aşkıyla ortaya çıkardığı bin bir turlu güzellikte bezediği ve tüm var olusu bizin gözlerimizden, bizim yüreğimizden, bizimle birlikte seyreyleyebileceği “Yaradılışıyız”. Yarattığıyız.
Bu anlamda ve manada biz her Şeyiz.


7 Kasım 2011 Pazartesi

03 - Ve sınavın konusu sevgidir.

İnsanin kendinden kendine olan ve istisnasız her hücresinde ve boyutunda farkında Olduğu Bir sınavdır.
Ve sınavın konusu sevgidir.
Sevgi; kendini ne kadar sevdiğinin hissedisidir.
“Kendini” bulmak için veya bilmek için veya gerçek kılmak için neleri; kendinden başka bırakabileceğinin liyakatidir.
Liyakat; insanin sadece ve sadece “kendisi” Olduğunda geçebileceği veya aşabileceği Bir bilinç eşiği Olduğundan; neredeyse kılıçtan keskin köprülerden, iğne deliklerinden ve de atom altı kuantum alanından; yani yoktan “Kendini” yeniden var etmektir. Bu ancak ve ancak bir insanin kendisi için yapabileceği ve liyakati insan bedeninde görülüp hissedilerek onayı verilebilecek bir haldir.

02 - Biz sevginin ne olduğunu bilenleriz.

Eğer biz; yürüdüğümüz Yol’dan sonra hala sevgide neşede coşku da kısaca Var Ol’usun sevincinde değilsek; her gün bekleyişimiz ve arayışımız buyuyorsa bir An için durup, kendimize sormamız hayrımızadır.
Tüm bu yaşadıklarımın içinde Ask ve sevgi nerede?
Yaşananların içinde Ask, sevgi, neşe yok ise; inanın An’lar boşunadır. Yaşanmamıştır.
Ne Siz, ne An, ne O; gerçek Olmamıştır.
Biz sevginin ne olduğunu bilenleriz. Çünkü arayanlarız.
Yaşantımızda artık “Sevgi” Olmayanlara hayır dediğimiz zaman; sevgi bizim içimizde ışımaya başlar ve bizim için sevginin bir sure içimizde pırıldamasına ve Ruhumuzu kamaştırmasına izin verdiğimizde ve bu izin verişte bir müddet durabildiğimizde artik hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
İllüzyon dağılır.
Ve dağılan illüzyonun yerine “kendimiz” Olan sevgi tamamen dolar.
Dolan sevgi bir sure sonra tasar ve sevginin ve aşkın yansıması tüm evrenlere yansır ve Evrenleri ve Âlemleri de asar.
Aşkın Oluruz

01 - Arayan “Sensin”

Arayanlar olarak her seferde hatırlayacağımıza söz verdiğimiz; “Kendinin” sevgisidir.
Ve ilk “Nedendir”.
Ve Neden; sadece ve sadece İnsanin; “Kendisidir”.
Savaşa cehalete zulme
Ve zihnine dolanan sefilliğe
Ve insanin Gaflet uykusuna
Rağmen…
Kalabalıkların karanlığı
Eriyebiliyorsa yüreğinin kuytularında…..
Ve Sessizce Yürüyebiliyorsan “Kendine”
Ve “Nedenin”
Sadece ve sadece SEVGIYSE
Beklediğin
Ve özlediğin
Ve “Nedenin”
Ebedi Şafaklarda ışıyan
“Sensin”

31 Ekim 2011 Pazartesi

33 - Kadın dünyası içine kapatılan kadınlar...


Erkeğin elinde tuttuğu ve ta çocukluğundan beri tanıdığı ayrıcalık şudur: insan olma eğilimi, erkeklik yazgısıyla çatışmamaktadır. Erkeklik organıyla aşkınlık özdeş sayıldığı için, toplumsal ya da zihinsel başarılar ona erkekçe bir etki gücü sağlamaktadır. Varlığı birkaç parçaya bölünmemiştir. Oysa kadından, kadın olabilme üzerine ken...dini hem bir nesne hem de bir av haline getirmesi, yani yüce, egemen bir varlık olma hakkından vazgeçmesi istenmektedir. Erkeğin boyunduruğundan kurtulmuş kadının durumundaki başlıca çelişme budur. Varlığını sakatlamamak istemediği için, kadınlık rolünü benimsemeye yanaşmamaktadır. Oysa kadınlığını reddetmek de varlığını sakatlamaktır. Erkek, cinsi erkek olan bir insanî varlıktır; kadın aynı biçimde cinselliğini kabul etmiş insanî bir varlık olduğu an erkeğe eşit, eksiksiz bir birey olabilir. Kadınlığından vazgeçmek, insanlığın bir yanından vazgeçmesi demektir. Kadın düşmanları, kafalı kadınların “kendilerini ihmal ettiklerini” söylerler; oysa bunu onlara kendileri salık vermiştir. Bizlerle eşit olmak istiyorsanız, yüzünüzü, gözünüzü, tırnaklarınızı boyamaktan vazgeçin demişlerdir. Gerçekte bu öğüt tepeden tırnağa saçmadır. Kadınlık dediğimiz şey, tören ve modalarla yapay bir biçimde belirlendiği için, kadına dışarıdan zorla kabul ettirilmektedir, öyle ki kadınlık ölçüsü en zıt uçları birleştirecek biçimde gelişip erkeklerinkine iyiden iyiye yaklaşmaktadır. (…)
(…) İnsanoğlu, herkesçe kabul edilmiş yasaların dışına çıktığı an bir başkaldırıcı haline gelir. Göz çağırıcı biçimde giyinen kadın, alçakgönüllü bir tavırla, yalnızca beğenisine ayak uydurduğunu söylerken yalan atmaktadır; salt keyfine göre giyinmenin aşağılayıcı olduğunu çok iyi bilmektedir. Buna karşılık, çarpıcı bir görünüş almaktan kaçınan kadın da, genel kurallara uymaktadır. Gerçekten etkili eylemi dile getiremiyorsa, herkese meydan okumak, herkesten başka olmaya özenmek, son derece yanlış bir hesaptır: insan o zaman umduğundan daha çok vakit ve güç harcar. Herkesin dikkatini üstüne çekmek, toplum içindeki değerini düşürmek istemeyen kadın, kadınca yaşamalıdır: çoğu kez meslekî başarısı bile buna bağlıdır. Ancak erkek için uyumculuk (conformisme) son derece doğal olduğu halde -bütün âdetler, özerk ve etkin birey olarak onun ihtiyaçlarına göre ayarlanmıştır çünkü- tıpkı onun gibi bir özne, bir etkinlik olan kadının, kendisini edilgenliğe mahkûm eden bir dünyada akıntıya kapılıp gitmesi gerekmektedir. Bu, öylesine ağır bir köleliktir ki, kadın dünyası içine kapatılan kadınların, bu dünyanın önemini alabildiğine abartmışları: süslenmeyi, ev işini son derece güç sanatlar haline getirmişlerdir. Erkeğin giyimine kuşamına özenmesi gerekmez; bu giysiler rahat, etkin, yaşama uygundurlar, bin bir titizlikle seçilmeleri zorunlu değildir; kişiliğin küçük bir parçasıdırlar, o kadar: ayrıca hiç kimse erkekten üstüne başına bakmasını istemez; iyi yürekli ya da ücretli bir kadın onu bu yükten kurtarmaktadır. Kadınsa, dışardan bakan gözlerin, kılık kıyafetiyle kişiliğini birbirinden ayırmadıklarını bilmektedir: giyim kuşamına göre yargılanmakta, sayılmakta ve arzulanmaktadır. Giysileri daha başından yarı kötürüm etmiştir onu ve çağlar boyunca hep böyle dayanıksız olagelmiştir.
Simone De Beauvoir  /  Kadın (İkinci Cins)

28 Ekim 2011 Cuma

31 - Az unutup çok hatırlayan delirir.


Hiç unutmayıp hep hatırlayan delirtir.
Toplum kişiliklerle olur, kişilerle değil.
Yanıtlarından önce soruları bağlar kişiyi.
Alışmak, ölümün en küçük ama en sürekli ve en tehlikeli bir parçasıdır.
İnsan, doyduktan sonra da yiyen tek yaratıktır.
Kişilerin geldikleri yer, toplumların gittikleri yön önemlidir.
Bilmiyorum demesini de biliyorsan yanıtlayamayacağın soru yoktur.
(Aforizmalar)

Özdemir Asaf / Felsefi Derinlikler

Felsefe Kulübü

 
 

30 - Aşk.. bir kac dakikalık güneş tutulmasına benzer..

29 - Anladım ki yalnızlık görünen değil görünmeyen de imiş..Anladım ki yakınlık mesafede değil yürekte imiş..

28 - Birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır.

-Arthur Schopenhauer-

27 - DÜŞÜNCELER / Epiktetos


‎''Sana senden gelmemiş olan hususiyetlerle asla övünme. Bir at, gururla:"ben güz...elim" dese buna tahammül edilebilir. Fakat sen böbürlenerek "güzel bir atım var!" dersen bilki güzel bir ata sahip olmakla övünüyorsun. Bunda sana ait olan nedir? hayalgücünü kullanman! bunun için muhayyileni kullanırken tabiatı kolla. İşte o zaman kendindeki meziyetle övünebilirsin.

Felsefe Kulübü

26 - Usta ölmeden bana bir oyun öğret, İnsan olayım.

25 - İnsanlar gider şarkıları kalır


şarkılar var uzun
yüzyıllar dolanır
şarkılar v...
ar kısa
söylendiği yerde kalır
şarkılar var benim şarkılarım
söyletmezler içimde kalır.
Edebiyat kulübü

24 - ‎Çirkin kadın yoktur,


 
Güzel görünmesini bilmeyen kadın vardır.
Kötü çocuk yoktur, kötü terbiye edilmiş çocuk vardır.
Şefkatsiz insan yoktur, annesiz insan vardır.
Başarısız insan yoktur, pes eden insan vardır.
İhtiyaç yoktur, istek vardır.
Fakirlik yoktur, doyumsuzluk vardır.
Suda boğulmak yoktur, yanlış gemide bulunmak vardır...''
Tolstoy

 

24 Ekim 2011 Pazartesi

23 - Örgü Baharatı...

Örgü bildiğiniz gibi (0) ve (1) den oluşuyor secme hakkınız olsa idi hangisini secerdiniz sıfır mı birimi sanırım tabiki (1) ri isterdik (0) çûnkû sempati taşımıyor kim sıfırı isterki ama bir gercek var ki bir numarada olsak ve istesek o sıfırıda hayatımıza katmamız gerekecek çünkü hayatörgüsü (0) ve (1)den ibaret, hayat ba böyle birşey, önemli olan (0)ve(1)leri bir denge sağlamaktır o zaman yaşam baharatlanır.


22 - Dış etkenlere bağlıysanız, Hayatınız hiçbir zaman düzene girmez.

21 - Sağlam bir karaktere sahip ol, yoksa hayatın Lamel düşürür.

20 - ÖRGÜ YA SIFIR YADA BİR DİR

Örgüde sevdiğim şudur: ya (0) yada (1) ile tanımlanır sistemde ortası yoktur yani (evet) (hayır) dır nayır bulunmaz. Örgü net sözlerle konuşur hata kabul etmez her nokta bilinçli önem taşır
unutulan her nokta dokumada yüzünüzü kızartır (tabi ki o yüz varsa) dikkatsizliği, bilinçsizliği, özel hayatınızın problemlerini, kabul etmez keskin bıçaktır af etmez, iki alternatifiniz vardır ya (0) yada (1) dir, hayatınızda bunu çözdüğünüzde sağlam bir karaktere sahip olacaksınız çünkü yaşam tarzınızda orta çizgi olmayacaktır ya evet ya hayır dır kararlılık belirleyecektir.
Hayatınızı bu şekilde belirlerseniz atığınız her adım ve koyduğunuz her nokta şahsiyetinizi olgunlaştıracaktır artık ortası yoktur yüzmeyeceksinizdir tutunacak şahsiyet taşıyan bir dalınız olacaktır, örgü disiplinini ve ruhunu anlayan yoluna devam anlamayan geçmiş olsun der ve devam etmeye bir anlamı yoktur, çünkü örgü senden saygı bekler saygın yoksa ondanda bekleme.
Hepinize iyi Örgüler.

 

23 Ekim 2011 Pazar

19 - Koyvermek

Ne olmadığınızı bulup,
onları terk etme cesaretini göstermektir.

18 - Onsuz yaşayamayacağınızı zannettiğiniz bir şeyi koyverip saldığınızda,

Tek kaybedeceğiniz şey, korkunun kendisidir.

17 - Gerçek özgürlük kendini tuzağa düşmüş hisseden benliğin yokluğudur,

Yoksa kendini özgür kılmak için benliğin ihtiyaç duyduğu tuzağa düşmüşlükler değildir.


16 - Herkes kendi şahsi sorunlarını çözse bu dünya iğleşir.

15 - Kendinizi başkalarına sürekli olarak nasıl onaylatacağınızı yerine.

Şu soruyu sorun, gerçekte ben ne istiyorum, Sanal sahte gülücüklerimi yoksa sakin bir şekilde kendime ait bir yaşamı sürdürmeyi mi? Ben sakinliği seçtim ruh sevginin güçü orda bulunduğunu öğrendim, Benim için Pastanın yüzde ücü önemli, yüzde doksan yedisi önemsiz olduğunu biliyorum ve hayatıma girmesine izin vermiyorum, bunu biraz olgunlaşmış güçlü karektere bağlıyorum, kendi doğru yolumu çözme ilerlemesine sağlıyor.
Hayat: oy nuyan bir kedi kuyruğa benzer, kovalar kuyruk senden kacar, yaşın ilerler hayat oyununu bırakırsın hayatın gerçeklerle yoluna yürümeye başlarsın kuyruk seni takip eder.
Hepinize güzel bir gün diliyorum.
 
 

14 - Düş kırıklıklarınızı düzeltilmesi gereken bir dış kaynağa bağlamak yerine

Kendi iç kaynağa araştır, araştıramıyorsan kendini tanımıyorsun demektir, kendini tanımı yan insan bu hayat ta tutunamaz ve başkalarına eziyet ederek gırtlaklarına yapışarak tutunmaya çalışır, buna izin verenler daha da vahimdir onlar hem karşısındaki hemde kendini tanımamıştır ve onlarda uçurum dan atlamaya mecburdur.

9 Ekim 2011 Pazar

07 - BEN KİM MİYİM???

duymasını bilene SES..
çekmesini bilene NEFES..
gitmesini bilene HEDEF,im..
değerimi bilene SEDEF..
yaşamasını bilene HAYAT..
sevmesini bilene YÜREK..
yüreğini sunmasını bilene KIYMET...
savaşmasını bilene ZAFER,im...

06 - Bazen bazı şeyleri söylemeye hakkım var..


Diyorum, ama söylersem karşımdakine haksızlık olacak, susuyorum. Yine bazen söyleyeceklerimi karşımdakinin duyma ve bilme hakkının var olduğunu görüyorum, ama bu kez bakıyorum benim söylemeye hakkım yok, yine susuyorum. Ancak gördüm ki olgun ruhlar, sözcükler olmadan da
duyuyorlar, anlıyorlar, konuşuyorlar ve paylaşıyorlar..


05 - UYMADIM HAYATIMIN İMLA KURALLARINA


Üç noktalar(...)Soru işaretleri (?)
Ünlemler (!)
Belki de sadece nokta (.)

Ardarda virgüller (,)
İç i...çe parantezler (())
Tırnak içinde konuşmalar (“”)
Açıklama yapmaya izin vermeyen iki noktalar (
Nedenleri açıklamaya çalışan noktalı virgüller (;)
Kesme işaretleri ( ‘ )
Büyük harfler
Küçük harfler
Şahıslar
Haller
Kısaltmalar
Vs vs vs'ler.....

Yazarken dikkat etmediğim imla kuralları hayatımın en uzun cümlesine gelip yerleşmişler.
Bunu seni düşündükçe anladım, senin hayatımın en uzun zamanına gelip yerleşmenle.

İşte o zaman koydum sonunu senin anlamanı istediğim cümlelerimin sonuna üç noktayı...
Sana soramadığım soruların sonuna soru işaretlerini?
Sevinçlerimin arkasına koyduğum ünlemleri, süprizlerine şaşırıp koymayı ne çok isterdim.
Sen konuşmalarının bitimine ise sadece nokta koydun.
Kendimi anlatırken virgülleri koydum,
Detaylarda parantezleri açtım,
Kendimi savunuşlarımda tırnakları.
İzin vermediğin açıklamalarımda iki noktayı sevgili yaptım,
Nedenleri sorduğumda noktayla virgülü koyamadın üst üste sen.
Ben her senin adını andığımda kesme işareti ile ayırdım adından kıskandığım ekleri.
SENİ SEVİYORUM yazdım büyük harflerle!
Küçük harfe bile razıydım “bende seni” deseydin?
Onlar, bunlar, şunlar ilgilendirmedi hiç beni
Sadece ben, sen, bizdik.
Senden önce ve senden sonraydı benim eklerim, senin -den halindi en çok sevdiğim
Cesaret edemeyip yırtık bir kağıda yazdığım ise sadece sçs idi. Kısalmak yakışmadı sevgimi ifade etmeye.
Ve sana olan herşeyi yine vs vs ile geçiştirdiğim bu yazıda hiç bir noktalama işaretine uymadım sadece sonuna koyabiliyorum noktayı, tıpkı senin söylemek isteyipte söyleyemediklerinde koyduğun nokta gibi.


04 - "Bir yerde bir eksik var"

Asil eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
Asil eksiklik,çareyi baskasınd...a aramaktı. Hayatin matematiği farklı; iki yarimi toplayınca bir etmiyor. insan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor. önce yalnızdık. 9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve dünyaya ağlayarak geldik. Pişman gibiydik. Ya da mecburen gelmiş gibi. Biraz büyüdükten sonra, kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik: Bir yerde bir eksik var. Korktuk. "Bunun sebebi ne?" diye sorduk kendimize. Cevabi yapıştırdık: "Demek ki sahip olmadığımız bir şeyler var. O yüzden eksiklik hissediyoruz." Peki, neye sahip olmamız gerekiyor? çocukken, "yaşımız küçük" diye düşündük. Her istediğimizi yapamıyoruz. Kurallar, yasaklar var. Büyüyünce her şey yoluna girecek.

Büyüdükçe Bir şey değişmedi. Yine huzursuzduk. içimizden bir ses ayni sözcükleri fısıldıyordu: "Bir eksik var." Kafamız karıştı. Nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan? Nasıl geçecek bu?

Aklımıza yeni cevaplar geldi: Okulu bitirince geçecek. İşe girince geçecek. Para kazanınca geçecek. Tatile gidince geçecek. Okulu bitirdik. Diploma aldık. ise girdik. Kartvizit aldık. Çalıştık.Para kazandık. Taşındık. Araba aldık. Çalıştık. Eve yeni eşyalar aldık. Tatile gittik. Dans ettik. Terfi ettik. Kartviziti değiştirdik. Daha çok çalıştık. Daha çok para kazandık. Çalıştık.Çalıştık.

Geçmedi. "Bir yerde bir eksik var" hissi, hala orada duruyordu. Bu sefer de "Sevgilimiz olunca geçecek" dedik. "Yalnızlığımız sona erince bu illetten kurtulacağız." Beklemeye başladık. Derken, biri cıktı karşımıza. aşık güzel, daha akilli biri. Hesap cüzdanları, kartvizitler, hatta ilaçlar bile böyle hissetmemizi sağlamamıştı.

Sevgilimizin gözlerinde, daha önce bize verilmemiş kadar büyük sevgi ve hayranlık gördük. Sevgilimizin gözlerinde Tanrı' yı gördük. Işığı gördük. "Tünelin ucundaki ışık bu olmalı" diye düşündük "kurtulduk."

Sonra bir gün, daha dun bize deli gibi aşık olan insan çekip gidiverdi. Simdi her yer bomboş. Simdi tekrar yalnızız. Başladığımız yere donduk. Yıllarca uğraştık, eksiğin ne olduğunu bulamadık. Halbuki her şeyi denedik, her yere baktık.

Öyle mi?

Bakmadığımız bir yer kaldı. İçimize bakmadık.Eksik parçayı dışarıda aradık ama içimizde saklı olabileceğini akil etmedik. Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik. Şaşıracak bir şey yok, tabi ki sevmedik. Kendimizi sevsek bu kadar koşturur muyduk? Canimiz yanmasın diye duvarların ardına saklanır miydik? Kendimizi bos sanıp doldurmaya uğraşır miydik? Terk edilmekten korkar miydik? Asil eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti. Asil

eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatin matematiği farklı; iki yarimi toplayınca bir etmiyor. İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor. "Herkes beni sevsin" diye uğrasınca kimse gerçekten sevmiyor, herkes sevgisine şart koyuyor, sinir koyuyor. Oysa "kendime duyduğum sevgi bana yeter" diye düşününce, kendimizi olduğumuz gibi kabullenince yarim tamamlanıyor. Her şey bir oluyor. iste o zaman perde aralanıyor. Acı diniyor.

iste o zaman başka 'bir' ile bir araya gelerek, hesabin kitabin, korkunun kaygının hüküm sürdüğü sahte bir sevgi yerine, gerçek bir sevgi yaratılabiliyor.


CAN DÜNDAR

03 - Kavanoz ve 2 Fincan Kahve...

Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız!


Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;

Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler, Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.


Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.

Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;
Ben 'Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım' Der.

Şöyle ki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs.Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır . .

Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur.

Bu Ara Bir öğrenci sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?'
Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum, Hayatınız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan Kahve içecek kadar yer vardır !!!'


02 - Her rüzgâr savuracak bir toz bulur.

Her hayal yaşanacak bir can bulur...
Her düş gerçekleşecek bir umut bulur...
Kolay bulunmayan tek şey (Bilinmeyen)

güzel bir dostluktur...

01 - Zaman Herşeyin İlacı..

Zaman diyorlar herşeyin ilacı zaman acımasız diye isim taktıkları zamanı bana ilaç olarak veriyolar bu acımasız ilacı kullanmak bana ağır gelmeyecekte sensizlik yüreğime ağır gelicek ….

3 Eylül 2011 Cumartesi

06 - Üzerime basarak deyil...akıl ve ahlâkça yüksel..

05 - Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan; bağır, çağır, kır, dök ve unut!

İyi ol fakat çok iyi olma.
Birazcık huysuz ol fakat çok değil....
İçinden geliyorsa dua et.
Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.
Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala, en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme.
Yaşa her şeyden önce yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için, laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!
Hayatını o şekilde yaşa ki; her an kendi elini sıkabilesin ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki; gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine "ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.
Düşüncelerin neyse hayatın da odur. Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.


Shakespeare


04 - Soluk Kesen Anlar....


Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy. Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.
Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker.
Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa. Beyniniz atıl kalmasın. Atıl kafa, iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, “alzheimer”dır.
Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
Sık sık, uzun uzun,...
vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.
Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi; aile, kedi, köpek, kuş, balık, yadigarlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa. Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın.
Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin. Bozuksa düzeltin. Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.
Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, komşu illerde ya da dış ülkelerde dolaşın; ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin.
Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta.
Unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.
George Carlin

03 - Bir yaprağın güzelliğini takdir edemezseniz, yaşamıyorsunuz demektir.

Ama okumak, oynamak, gülmek, zalim olmak, iyi olmak, nehri, bulutları görmek, tüm bunlar hayatın parçalarıdır; ve okumayı bilmezseniz, yürümeyi bilmezseniz, bir yaprağın güzelliğini takdir edemezseniz, yaşamıyorsunuz demektir.
Yaşamın bütününü anlamanız gerek, sadece küçük bir parçasını değil. İşte bu yüzden okumak zorundasınız, işte bu yüzden gökyüzüne bakmak zorundasınız, bu yüzden şarkı söylemek, dans etmek, şiirler yazmak, acı çekmek ve anlamak zorundasınız; çünkü tüm bunlar hayattır...

 Jiddu Krishnamurti

31 Ağustos 2011 Çarşamba

22 - Adam olmak için bilenmek gerekir.. Önemli olan kimden bilenmesi..

21 - Bilen Adam

Kader önünde sonunda öyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimsenin arkasından konuşmaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz.

Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir.

20 - Eşek

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz.


Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır. Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.