26 Haziran 2011 Pazar

08 - Kuşburnum

 
Derler bana sevme,sen sevince kayboluyorsun.. Nereden bilsinler ki karanlıkta kaybolsamda sen hep benim oluyorsun.. Benim sevmelerim,yine sende son buluyor.Kime nereye gitsem.. Ey sevgili,ne güzel kendini bulduruyorsun..
 
/ışık'h//
 
Tekstile dair yaşanan övgülü abartılar, Aşk'a Sen Kala
 
 

23 Haziran 2011 Perşembe

07 - Herkes Bir Arayış İçinde, Ama Hiç Kimse Ne Aradığını Bilmiyor.


Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.
Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi?
Çevremizde kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hiç kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur.


Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...

Gerçekte hız çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe, ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük.
Sevmeye bile vaktimiz yok bizim.

Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor.
İşlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte!
Bence doğanın kara bir laneti. Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor.

Milan Kundera "yavaşlık" adlı kitabında; "yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur" diyor. Telefon hızlılık mesela, konuşulanları,söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok.
Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.

Aceleye ne gerek var?
Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, başarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...
Can Dündar ...

20 Haziran 2011 Pazartesi

06 - Tekstilin bundan bile haberi yoktu..


Merak ediyorum, (Türk Tekstili) Ben ruhumla tekstilden ayrıldıkdan sonra ne değişti öretiminde istediğin gibi mi geçti zaman, Hiç sanmam.. Belki, birkaç kişinin gönlü oldu ama.. Ya sen, Tekstil sen neler hissettin.. Ben o cehennem gibi ruh ayrılığı noktalarken, kaç günde hazmettin, sanıyorum hiç bir zaman, sen cünkü o haçme sayip deyilsin.. Üretimin hafifledi belki o günlerden sonra ama Eskisi kadar da gülemedin değil mi.. Bir süre sahte kahkahalar dolaştı sahte yüzünde.. Söyle, kaybettiğin kadar değerli olan ne kazandın..? Ne değişti ki benden sonra.. Ben gittikten sonra, bir kaç yıl daha yaşlandın, hepsi bu..


Benim senden sonra fazla hikayem olmadı.. Tamamıyla unutamadım tekstili.. Hem bilirsin, nostaljik tarafım da vardır.. Mevcut sevdalar güldürmediği zaman yüzümü hiç çekinmeden mutavazi yaratıcı anılara sığınıyorum.. Resimler, Desenler, insafsızca anlaşılmamış belgelenmiş hüzünler işte.. Hem ben o zamanki calışmalarımı, şimdiki işimden daha anlamlı buluyordum.. Bildiğin gibi asiliğim devam etmekte ve bu sizin düzene ısrarla uymuyorum.. Eskisi kadar kızmıyorum Tekstil cağmiyasına, Oysa sen, binbir zorlukla hayata geçirdiğimiz bu yaratıcı bilgi selini sırtından bıçakladın..



Hayallerim kanadı.. Ve, o günden sonra yüzümde hiç silinmeyecek bir sitem kaldı.. Tekstil Ruhum kırıldıkdan sonra da aleyhime çalıştın hep.. Başka yüzlerle sohbet ederken, Kim bilir kaç kez yine Tekstil konusunda yakalandım O kadar alışmıştı ki gözlerim Örgülere.. Kim bilir kaç kişiye adıyla seslendim.. Kim bilir kaç kalp kırdım Tekstilin aşk sevdası yüzünden..




Biliyor musun.. Yazmaya başladım Tekstil sevdasından sonra.. Tekstilin bundan bile haberi yoktu.. Böylesi daha güzel diye avuttum kendimı.. Bilmesini istemedim neler yaptığımı, neler düşündüğümü.. kırgınlığımı...
 


Tekstile kızgın değilim artık.. Tüm günahlarının cezalandıracak çekecegler.. Ne Ticari ahlak yalanlarına, ne de ümitli günlerimin üzerine dökülen ihanet kırıntılarına inan aldırmıyorum, önemsemiyorum, o yaratıcı ruh kapısından çıktığım günden beri.. Ah bir de Tekstili ahlakını iyi hatırlayabilseydim.. çirkinliklerin içine o doyumsuz hatıraları da ekleyip öyle bitti.. Beni etkileyen bir kalıntın yok artık.. hiç özlemıyorum artık..Ve hayallerimi yıkan camiyayı hiçbir zaman affetmeyeceğim.. O günden sonra ağlamadım bir daha.. Aslında diğer taraftan Tekstile çok şey borçluyum.. Yaptığı her kahpelik kılavuzum oldu.. Daha dikkatli davranmaya başladım.. Daha sağlam adım attım yeterlimiydi bilmiyorum.. Gülüşlere kanmadım artık..



Tekstilde sunduğum sayısız şansı kimseye tanımadım ve tanımayacağım da.. Yalan sezdiğim yerde nokta koydum. Bağışlamıyorum Tekstili, defalarca bağışladığım gibi.. Hani derler ya, dünya küçük.. Oldu da bir yerde karşılaştık, Ne yapacaksın, Pişkinlik edip yine suratıma bakabilecek misin.. Yoksa, yere mi çarpacak bakışların.. Ellerinle mi kapatacaksın yüzünü, MERAK EDİYORUM.. Yada, kendini inanmadığın halde temize mi çıkaracaksın..??

 
HEYY GİDİ HEY TEKSTİL CAMİYASI bu satırlara rastladığında yada bir yerlerde duyduğunda ????
Biliyorum aynı Tas aynı Hamam devam edeceksin ezip geçeceksin..

05 - Kimseyi Değiştiremezsin Hayatta.


Ve kimse için de değişmemelisin. .

Kimliğini kaybettiğin an yaşamını ...çöpe attın demektir. İstemediğin sürece hiçbir şey için ödün vermeyeceksin hayatta. Gün gelir verecek bir şeyin kalmaz çünkü.

Her şeyi sen istediğin için yapacaksın, başkası senden istediği için değil. Ve sen, sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaktır.

Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle. Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil.
Herkesin gidebileceği bir yol vardır. Sen yeter ki yanında yer ayırmayı bil. Ne sen kimse için mecburi istikametsin, ne de bir başkası senin için…


Seninle gelmek isteyenleri yanına al. Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata. Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini. Hayat rahat insanlarla güzel. Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel....

04 - Binlerce Neden Var Yaşamak İçin


Binlerce nedenim var yaşamaya. Yenmek için her günkü umutsuzluğu, silkinmek için üzerimdeki uyuşukluktan koşmak için umudun ayak izinde ve “Merhaba” demek için yeni bir güne.Her sabah güneşi gördüğümüzde gülümseye biliyoruz. Ardından başlıyoruz yaşam duvarımızı örmeye. Hammaddesi sevgi olan harcımızın içine biraz umut, birazda gözyaşı katıyoruz. İyice karıştırıyoruz zaman havuzunda.




Ustası olabiliyorsak duvarımızın, kazanıyoruz. Başkasına bırakmışsak boyun eğiyor, razı oluyoruz.Gülümseyebiliyorsak her şeye, ne mutlu bize. Her türlü olumsuzluğu süngerle çekip atabiliyorsak yaşamımızdan, yaşlısıyla, çocuğuyla, kadınıyla, erkeğiyle “İnsan” olduğu için,ne mutlu...Elinde baston, yerleri yoklayarak yürümeye çalışan siyah gözlüklü, gözleri görmese de kalpleri gören insanların koluna girip karşıdan karşıya geçebiliyorsak eğer, “yaşıyor” ve “yaşatıyoruz” demektir.



Dostlarımızla ortak bir paydada çözebiliyorsak yaşamla ilgili problemlerimizi, kırabiliyorsak karamsarlık çemberini ve ıslanabiliyorsak sevgi yağmurlarında birlikte çözüm olabiliyoruz demektir en karmaşık sorunlara.Kentin stresli koridorlarından bir kapı açıp sık sık doğaya koşuyoruz.”Doğa merhemdir” deyip sürüyoruz yaramıza. Ağaçları, kuşlar, kelebekleri ve masmavi denizi, yani saf ve doğal olan her şeyi çare kabul ediyoruz.



Bazen de doğayı yanımıza alıyoruz. Kuşları ve balıkları “suni yuvalarda” hapsederek gözlerimizi, kulaklarımızı ve beynimizi doğa ile temizleyebiliyoruz.Evimizin, işyerimizin ve okulumuzun en güzel yerlerinde bizimle birlikte yaşayan ve bize soluk olan çiçeklerle sohbet edebiliyoruz.Yaz mevsiminin kavurucu sıcağından bunaldığımızda ağzımızı çeşmeye dayıyor ve suyla söndürebiliyoruz içimizdeki ateşi. Küçük bir ağacın gölgesinde serinlerken yaşadığımızın farkına varabiliyoruz.



Her gün gördüğümüz sıradan şeylerinde aslında yaşamımızda ne büyük öneme sahip olduğunu anlıyoruz.Binlerce nedenim var yaşamaya. Bir ömür sevginin peşinde koşmak, onu yakalayıp yaşatmak için, içinde yaşadığım şu dünyanın küçücük bir parçası olduğumu düşünmek ve bununla mutlu olmak için...

14 Haziran 2011 Salı

03 - ÖZGÜR ÖZDEMİR

Bugün günlerden bugün yorgun yatıp yorgun kalkıyoruz
sonra bir koşuşturma başlıyor çünkü
Ellerin senin değil ayakların beynin bedeninKiraliyoruz
Hergün var olabilmek için sistemin icinde
üretebilmek için tüketemediklerimize
Bugün günlerden bugün
Günaydın HAYAT ....


13 Haziran 2011 Pazartesi

02 - Mutluluğun Kokusu..


Dostum birden soruverdi; Bir insanın mutlu olduğu nasıl anlaşılır?
Şöyle düşünmüş olmalıyım; Bilmem gözlerinin parlaklığından, neşesinden, belki yüzüne vuran iç aydınlığından. Dostum hepsini kabul eden ama yeterli bulmayan bir el işareti yaptı;



Bunlar doğrudur. Mutluluk saklanamaz. Mutluluk insanın içinden sızar, bir yerlere girer, orayı değiştirir. Bir de kokusu vardır. Bilir misin mutluluk kokar… Mutluluğun kokusu mu? Doğrusu duymamıştım. Dostum anlayışla baktı; Doğrudur, duymamışsındır. İnsanlar pek fark etmezler. Oysa her ruh halinin kendine özgü bir kokusu vardır. Eğer insanlar koku duygularını kaybetmeselerdi, bunları da bilirlerdi. Ama birçok şey gibi bunu da kaybettiler…


Yani, önceden biliyorlar mıydı? Elbette, biliyorlardı. Bak hayvanların birbirleriyle iletişim kurmalarında koku nasıl önemli bir rol oynar... Evet, ama konuşamadıkları için... Dostum biraz sabırsız, sözümü kesti; İnsanlar konuştukları için artık kokuya gerek duymuyorlar değil mi? Şimdi sen bana insanların konuştuklarını mı söylüyorsun? Artık yanıt vermiyordum. Dinlemeyi sürdürdüm.


Dostum; Sen de biliyorsun ki insanlar gerçekte konuşmuyorlar. Konuşur gibi yapıyorlar. Öğrendikleri sözcükler var. Birbirlerine onları söylüyorlar. Gerçekte çok azı, çok az zaman için konuşuyor. Onlara da dikkat et, duygu sözcükleri yoktur. Birbirlerine söylemeleri gereken sözleri söylerler. Onun için de çoğunlukla birbirlerini dinlemezler. Gerçekte konuşmayan, gerçekte dinlemeyen insanlar iki önemli iletişim aracını da kaybettikleri için artık anlaşamıyorlar. Koku ve dokunma. İşte gerçek iletişimin iki yolu... İnsanlar ikisini de unuttu... Onu biraz kışkırtmayı denedim…


Şimdi insanların birbirlerini koklamalarını mı söylüyorsun?
Umutsuz ve kırgın bir bakışla baktı; Keşke ne dediğimi anlasalardı da söyleseydim. Koklamak, öyle incelikli bir duygudur ki, bugünün insanına öğretilmesi gerekir. Zavallı koku alma duygumuz. Öylesine kötü kokularla bozuldu ki, yeniden eğitilmesi gerekiyor.



Biliyor musun, insanlar insan kokusunu bile alamıyor. Bir kadının kokusu... Bir erkeğin kokusu... Çocuğun kokusu. Yaşlı insanın kokusu... Umudun kokusu. Bezginliğin kokusu. Hayata kırılmanın kokusu... Mutluluğun kokusu. İnsanlar bütün bunları unuttular. Dokunma da öyle insanlar bunu da unuttu. Bir elin el üstüne konması... Bir omuzun omuza dayanması... Bir sırtın sırta dayanması... Ayakların birbirine sarılması... Bedensel dokunma. Unuttuğumuz ne çok şey var...


Günümüz insanını savunmak istedim; Ama sözcükler var, yazı var. Belki o yüzden unutmuşuzdur…
Dostum biraz dalgınlaştı; Evet, yalanların aracı sözler, yalanların aracı yazılar. Bir türlü içimizden geleni söylemeyi, yazmayı bilemediğimiz için yalanlarımızın aracı olanlar. Beden yalan söylemez, dokunuşun yalan söylemez. Bunlar gerçekleri iletir. Sadece gerçekleri...



Ne yazık ki insanın kokusuna önem vermeyi bilmiyoruz. Sonra bir gün ‘mutluluğun kokusunu’ tanıyacaksınız. Tenin hafifçe pembeleştiğini göreceksiniz. Güneşin ilk ışıklarına eşlik eden tozpembedir bu. Mutluluğun biraz utangaç, biraz ürkek, biraz çekingen başlayan, ama sonra cesaretle yayılan, güç veren, kendini duyuran özel pembesi... Bu pembeliğin üzerine dikkatle bakacaksınız. Orada buğulu bir nemlenme göreceksiniz. Hep uçan, hep havaya karışan, hep yenilenen uçucu bir nemlenme. Görenlere;


"Sende bir şey var, âşıksın galiba" dedirten bir bahar tazeliği, filiz tadı... Yaklaşın o tene. Yaklaşın ve mutluluğun kokusunu duyun. Birbiriyle uyum içinde binlerce kokunun süzülmüş kokusunu duyun. Pembeden eflatuna, deniz mavisinden güneş sarısına değişen gökkuşağı renklerindeki özel kokuyu... İnsanı rahatlatan, dinlendiren, coşturan, kıpırdatan, susturan, konuşturan mutluluğun kokusunu duyun.

 
Dünyanın en güzel kokusu budur.
Bebeğin annesinden aldığı koku budur.
Annenin bebeğinden aldığı koku budur.
Seven insanın sevilen insandan aldığı koku budur.


 
Ama bu koku kendiliğinden olmuyor. Buna emek vermek gerekiyor. Sabahların, gecelerin, gün ışıklarının birbirine karışması gerekiyor. Umutsuz günlerde, umutlu günlerde birbirinin değerini bilmek gerekiyor.
Mutluluk kokusu dağlarda, ırmaklarda değil. Bu koku yalnız insanda... İnsanın insan da yarattığı koku bu... İnsanı insan kılmanın kokusu...



Sevginin kokusu. Güvenin kokusu.
İyi Ki Varsın" ın kokusu.
"Keşke şimdi yanımda olsaydın"ın kokusu.
"Seni Seviyorum” un kokusu.
"Beni seviyorum"un kokusu.
Bir gün mutluluğun kokusunu tanıyacaksınız.

O zaman daha da mutlu olacaksınız, biliyorum...

01 - Kalabalıklar Üzerine - Charles BAUDELAIRE


Herkesin harcı değil insan yığılarıyla yıkanıp yunmak, kalabalığın tadına varabilmek. Ayrı bir sanattır o. İnsa-noğullarının hesabına bir dirim sofrasıdır donatmak, anca beşikte içlerine bir melek tarafından maske takıp tebdil gezme hevesi, evden barktan tiksinti, bir yolculuk ateşi üflenmiş kimselere vergidir.


Çoklukla yalnızlık, döllü döşlü, harlı bir ozan için birbirinin yerini tutabilen eş deyimlerdir. Yalnızlığını şeneltemeyen kişi, hiç iş-üstü bir kalabalığın ortasında yalnız kalmak nedir bilebilir mi?
Meşrebince hem kendi hem bir başkası olabilmektedir ozanın başkalığı. O, kendine bir ten arayan başıboş ruhlar gibi aklına esti mi istediği kimsenin kişiliğine bürünebilendir. Bir onun için ardına kadar açıktır her şey. Önünde kapalı gibi duran kapılar varsa, hor görüp yanaşmadığı içindir bu.


O düşünceli, yapayalnız gezgin, bu evrensel kaynaşmadan bir acayip esrüklüğe varır. Kalabalıkla sarmaş dolaş oluveren ozan, kasalar gibi kapalı benciller, istiridyeler gibi kabuk bağlamış tembellerden oldum olası uzak, hep gönenliklere karşı çıkar, rastgeldiği her uğraşı, her kederi, her sevinci benimser, basar bağrına.

Bu tarife sığmaz cümbüş, bu her önüne çıkanın, her önüne gelenin kucağına, hayır adına, şiir adına atılıveren ruhun bu mübarek orospu hali yanında insanların aşk dediği nesne ne dar ne ufak ne püften şeydir!

Arada bir bu dünyanın mutlu kişilerine, aptalca gururlarını bir an kırmak için bile olsa anlatmak ki, onların-kinden çok daha üstün, çok daha geniş, çok daha seçkin mutluluklar vardır. Kolonileri kuranlar, gezici papazlar, o dünyanın bir ucuna sürülmüş misyonerler bu sırlı esrüklüklerden bir şeyler bilirler elbet; dehalarının kurduğu o koskoca çevre içinde zaman zaman onların kötü talihlerinden dem vurmaya, yaşadıkları arık hayatı yermeye kalkanlara bıyık altından gülmüş olmalılar.